Günden güne daha fazla çöküyoruz, içimize doğru. Hiç kimse, hiç kimsenin ne derdi var bilmiyor. Bilmiyor çünkü kulaklarına tıpa takmış herkes, yalnızca küçücük ekranlardan birbirlerine bakıyor. Hiç kimse konuşmuyor, sadece tık tık sesleri parmaklarının ucunda.
Oysa herkesin, kendince, bir sürü derdi var. Ama biz bunları bilsek bile yok sayıyoruz. Yalnızca sıkıntısı olan bizmişiz gibi davranıyoruz. Aslında hepimiz benzer sorunlar yaşarken, ‘Benimki daha zor.’ deyip, diğerlerini küçümsüyoruz.
Ortak bilmeceler, ortak niyetler mazi, mazi de kalbimizde koca bir yara. Es kaza dillendirsek, şükretmeyi bilmiyoruz. Sussak otursak kenarda, zaten umursamıyoruz. Çoğul olma fikri de çöpe atılıyor bu eleştirilerin karanlığında. Geri dönüşümde bile yalnız kalıyoruz.
Zaman zaman umursayanlar çıkıyor, ama onlar da umursarmış gibi yapanlarla çığ gibi üzerimize düşüyor. Sanal gerçekliğimiz, gerçek dünyamızı bilinmeze sürüklüyor. Tam birlik olduk derken, bizi uçtan uca birbirimize karşı şifreliyor.
Yeni doğmuş bebekler bile telefon sesiyle rahatlıyor. Kurutma makinasının sesi out, iphone melody in.
Birilerine telefon edip çığlık atsanız kimse duymuyor ama; operatör çekmiyor o anda! Kesik kesik kelimeler, parça parça batıyor boğazınıza. Sonra nerenizden çıkaracağınızı bilemiyorsunuz. Belki yazıp çizerek, belki sadece gülerek halının altındaki tepeyi besliyorsunuz. Ne de olsa kendinizle alay etmekten öte bir çözüm kalmıyor ufukta.
Sonra üşüyorsunuz gecenin bir yarısı battaniyenizin altında. Önce bir esneme geliyor ağzınıza, sonra göz kapaklarınız kapanıyor yavaşça. En sonunda bedeniniz dayanamıyor beyaz ekranın ışığına, atıveriyorsunuz kendinizi yatağa.